Köprünün gölgesinde usul usul süzülen martı çığlıklarıyla başlayan gün, Çanakkale Boğazı’nın mavi çizgisine odaklanıyor. Ufukta, Asya ile Avrupa’yı nazikçe kucaklayan iki kıtanın buluşma noktasındaki tarihi siluet; dalgaların kıyıya vuran ritmiyle bütünleşiyor. Uzakta, Gelibolu Yarımadası’nın yeşilçam ormanlarıyla bezeli tepeleri; öne doğru uzanan Gelibolu Yarımadası ile Kilitbahir Kalesi’nin gölgesi, hem efsunlu hem de hüzünlü bir hikâye fısıldar gibi duruyor.
Sahilden uzaklaştıkça, çay bahçelerinin tahta sandalyelerinde oturan insanlar, nazlı esintinin saçlarını okşadığı anın keyfini çıkarıyor. Kocaeli’nin yükseklerinden bakarken, boğazın tam ortasında süzülüp giden arabalı vapurlar; küçük beyaz noktalar halinde, kıtalar arası yolculuğun hem basit hem de büyülü halleri üzerine düşünmeye davet ediyor insanı. Serin rüzgâr, limon kokulu deniz tuzunu teninizde dans ettirirken, size “Gelibolu’nun hikâyesi hep burada” dercesine tarihin derinliklerine uzanan bir köprü kuruyor.
Gün batımında altın sarısına bürünen su yüzeyi, ağır ağır maviden turuncuya, ardından kızıla dönüşürken, Çanakkale’nin büyüsü tüm renkleri kucaklıyor. Bu an, hem geçmişin anılarına hem de geleceğin umutlarına şahitlik eden bir noktada duruyor: “Geçmişi unutmadan yarına umutla bakmanın adresi burası.”
MİK